Ciao Demir
Adana Demirspor'un 2024/25 sezonu itirabiyle Süper Lig'e veda edeceği kesin gibi. Peki bu bir hoşçakal mıdır yoksa her hoşçakalın barındırdığı gibi bir merhaba da olabilir mi?
Bu yazıyı Adana Demirspor’un (ADS), Galatasaray maçında verilen penaltı pozisyonu sonrası sahadan çekilmesinin ardından yazmaya karar verdim. Aslında burada yaşayacağım bir nevi iç dökümünün belki doğrudan bu eylemle ilişkisi olmasa da, hem bir çağrışım yapması hem de her ne kadar konuşmak istemesem de Türkiye’nin içerisinde bulunduğu futbol ortamı ile ilişkisi olacaktır elbette.
Doksanlarda çocukluğunu geçirmiş biri olarak benim de futbolla ilişkim bu yıllarda başladı. 1990’ların ortasında başlayıp gittikçe yükselen futbol sevgim, son 10 sene içinde gittikçe düştü. Futbolun ilgimi çekmeye başladığı yıllardaki ilkokul arkadaşımın da önemli etkisi ile Galatasaray taraftarı olarak büyüdüm. Anadolu’nun birçok noktasında olduğu gibi benim de ikinci bir takımım ya da bir başka deyişle şehrimin takımını tutmuşluğum vardı. Bir Adanalı olarak Adana Demirspor ile olan ilişkim daha çok doksanların sonuna doğru oluşmaya başladı. Özellikle 2000’lerden sonra aslında benim de çokça eleştirdiğim bir konumda buldum kendimi; iki takımlı taraftarlık. Türkiye’de futbolun bütüncül olarak ilerleyememe sebeplerinden başlıcalarından birinin üç İstanbullu özelinde oligopolleşen futbol ortamı olduğunu düşünüyorum. Futbolun tabana, çeperlere erişemediği ya da görece kısıtlı eriştiği iklim, odağı merkeze itmekte ve merkezde olan dışında her şeyi görünmez kılmakta. Sırf bundan sebep ben de çocukluğumda tamamıyla bir Adana Demirspor taraftarı olarak büyümüş olmayı ve kendimi öyle tanımlıyor olmayı tercih ederdim, ama geçmişi değiştirmek mümkün değil.
94/95 sezonunda bugünkü ismiyle Süper Lig’e veda eden Demir’in tekrar en üst seviyeye gelmesi için 26 yıl beklemesi gerekti. Elbette bir futbol kulübü için üst seviyeye tekrar dönmüş olmak sevinç verici olsa da, ADS’de yaşanan değişime ilk gününde de itiraz etmiş biri olarak bugünde tekrar ediyorum; keşke yaşanmasaydı. 2018 yılında Murat Sancak’ın ADS başkanlığına seçilmesi sonrasında kulübün sahipliğini yapması ta o günlerden, bugünlerin geleceğinin işaretiydi ama kimi Adanalı ve Adana Demirsporlular bunu görmemeyi tercih etti.
Adana Demirspor 2000’lerde kulübün kurulmasına da ön ayak olan demir yolu işçilerine referansla ‘’işçi sınıfı takımı’’ kimliğini edinmeye çalışsa da kişisel görüşüm Türkiye’de hiç bir spor kulübünün işçi sınıfı aidiyetinin olmadığı yönünde. Her takımda çok zıt olabilecek politik görüşlere sahip taraftarlar bulunmakta. Evet, Adana Demirspor’un hatırı sayılır bir ‘’solcu’’ taraftarı bulunuyor, tribünde Ciao Bella söylemişliğimiz olmasından Grup Yorum bestlerini tribün versiyonlarının varlığından sebep hem bende hem de Türkiye futbol izleyicisinin bir kısmında özel bir yeri elbette olacaktır, fakat 4 Eylül 2009’da bir dostluk maçında karşılaştığı Livorno gibi bir politik kimliği olduğunu söylemek biraz fazla bir okuma yapmak olacaktır. Ben de o maçta tribündeydim ve hayatımın futbola dair en biricik anlarından birini yaşadım. İki takımın taraftar gruplarının ön ayak olmasıyla organize edilen maçta, Ağustos’tan kalma Adana sıcağında itfaiye arabalarının hortumundan serinleyen tribünlerde futbol aleminin en nevi şahsına münasır karakterlerinden biri olan Cristiano Lucarelli’yi dünya gözüyle izlemiş olduk. Maç golsüz tamamlandı fakat zaten gol izlemek kimsenin umrunda değildi. Yaşanan durum o kadar eşsizdi ki gol gibi dünyevi zevklerin peşinde olmadı o gün tribündeki yaklaşık 16.000 kişi.
Bugünlerden yaklaşık dokuz yıl sonra Murat Sancak kulübün başına geldiğinde, yalnızca Sancak’ın siyasi bağlantılarının az önce anlatmaya çalıştığım politik tavırla bir ilişkisi olmadığını değil, bir spor kulübünün tek adam yönetimine bırakılmaması gerektiğini de düşünmüştüm. Bugün gelinen nokta maalesef beni haklı çıkarsa da haksız çıkmayı yeğlerdim. Ve burada bana enteresan gelen şeylerden biri de Demir taraftarlarının önemli bir kısmının, hele de sportif başarı gelmesiyle bu durumu kabul etmesi ve üstüne üstlük övmesi. Hiç beklemediğim insanların Sancak dönemini övdüğünü şaşkınlıkla izlemiştim maalesef. Geçici sportif başarıların peşinde, keyfi kararlar coğrafyasında futbol tarihimizin önemli kilometre taşlarından biri de bu sezon itibariyle serbest düşüşüne başlamış bulunuyor. Demir bu düşüşü artık kaçıncı alt kademe ligde tamamlar bunu öngörmek zor. Zira bu öyle bir sezonluk, bir kademelik bir düşüş olarak görünmüyor.
Adana Demirspor taraftarı takımının alt liglerde olmasına alışkındır. Deplasman uzak yakın fark etmeksizin gider. Merak ettiğim bir husus da o taraftar kitlesinin kimliğini ne kadar koruduğu. Passolig uygulamasının ardından maçlara gitmeyi bıraktığımdan sebep yeni oluşan tribün kimliği ile ilgili yapacağım yorumlar biraz dışardan kalacak. Kendi lise yıllarımda maç yayını olmayan kademelerde Demir’in maçlarını radyodan dinlediğim, nice finaller kaybeden, penaltılarla elenen takımı özlemiyor değilim. Evet, biraz romantik kalabilirim hatta bu romantikliğim birazdan fazla da olabilir ama görüyorum ki romantikliğin olmadığı bir dünya, bir futbol dünyası da bize çok bir şey vaat etmiyor.
Bu yazıyı Adana’dan henüz taşınmış bir Adanalı olarak hem Adana’ya hem de Adana Demirspor’a bir hoşçakal demek için yazdım diyebiliriz. Demirspor süresi belirsiz bir şekilde üst seviyeye veda ederken, Livorno maçını da tekrar hatırlamaya vesile olmasına sebep ‘’ciao’’ diye seslenmek isterim. İtalyanlar hem merhaba hem de hoşçakal olarak kullanır ciao kelimesini. Acaba bu düşüş Demir için hem bir hoşçakal hem de köklerine dönüş için bir merhaba olabilecek mi, bekleyip göreceğiz.
Fotoğraflar: Metin Gül, https://www.flickr.com/photos/adanapark/




